Türklerin İslâm'ı Kabulü Meselesini Bir Zemine Oturtmak

Türklerin İslâmiyet’i kabulü, Türk tarihi için mühim noktalardan birini teşkil eder. Bu vetirenin anlatısı yahut yorumlanmasında oldubitti şeklini andıran üslubun varlığı, doğruluğu şüpheli birçok iddiayı beraberinde getirmiştir. Bu vetirede uygulanmak üzere genel-geçer neden yahut nedenlerin ortaya konulması, mezkûr üslubun doğurduğu sonuçlardan yalnızca biridir.

Tek nedene yahut bütün vetire boyunca sadece bir nedenler silsilesine bağlanmak, etraflıca bakamama sıkıntısını meydana getirmektedir. Bu da geniş yelpazeli konuyu bir-iki sebeple kısıtlamaya yol açmaktadır. Din değiştirmeyi etkileyen faktörlerin sayısının fazlalığı ve birçok alandaki tesirleri ciddî mânâda geri plana atılmaktadır. Konunun merceğini darlaştırmak yerine mevzunun genişliğini hesaba katıp birçok sahadaki sebeplerini göz önünde bulundurarak yorumlanmalıdır.

Sosyolojik olarak böylesine büyük bir değişimin toplum tarafından hemen benimsenmesi mümkün değildir. Ki bu değişimin siyasî, sosyal, iktisadî, kültürel kısımlarını dikkate alınca bu değişimin asırlar sürmesinin tabii olduğunu dile getirmek mübalağa sayılmaz. Çünkü bu vetire yalnız bir Türk devletini ya da boyunu kapsamayıp tüm Türkleri içine almaktadır. Farklı farklı Türk devletlerini ya da boylarını tek nedenle İslâmiyet’e girmiş addetmek, yanlış bir tümevarımın sonucudur. Bu yüzden Türklerin İslâm’ı kabul etmesinde iddia edilen zorbalık ya da din benzerliği ana âmil olarak yansıtılamamalıdır.

Din benzerliği İslâm’ı kabul etmelerinde bir unsurdur. Fakat her Türk devleti yahut boyu için geçerli bir kıstas saymak şüphelidir. Bütün Türk devletlerini aynı dine inandığı fikriyle yorumlamak sıkıntılar doğurabilir. Bu konuda bazı Türk devletlerini kendi özelinde değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Çünkü farklı dinlere inanan Türk devletlerinin olduğunu görüyoruz. Din benzerliğinin yardımcı unsur seviyesinde olduğunu söylemekte sakınca yoktur. Din benzerliğinin unsur sayıldığı Türk boyları yahut devletlerinde, eski inançlarıyla İslâmiyet’in benzeyen noktaları sayesinde dine girmekten ziyade uyum sağlama noktasında rahatlık yaşamışlardır. Buna “olumlu etkileşim” adı verilir [1].

Türklerin kılıç zoruyla Müslüman olduğu iddiası ise ana âmil sayılacak bir seviyeye ulaşamaz. İki taraf arasında çarpışmalar olduğu muhakkaktır ama burada da genel geçer bir sebep koyma isteğinin zararını görüyoruz. Çünkü her halifenin siyaseti aynı değildi. Bunun yanında her Türk devleti ya da boyu aynı anda ve şekilde Müslüman olmamıştır. Bunu hesaba katınca Türklerin yalnızca kılıçların gölgesinde Müslüman olduğunu söyleyemiyoruz. Zaten söz edilen baskıyla, bu kadar uzun süren ve geniş çevreyi hudutlarına alan bir Müslümanlığa geçiş vetiresi yaşanmazdı. Keza bu yönde bazı teşebbüslerin olduğunu ve bunların sonucunun pek yarar sağlamadığını kaydetmekte fayda var. İlk zamanlarda iki tarafın münasebetleri savaşla başlasa da kimi zaman halifeler Türk ülkelerine davet mektupları yollayarak Türk hükümdarlarını İslâm’a çağırmıştır [2]. Olumsuzluğun düzleminde ilerleyen Türk- Arap ilişkilerinin sürekli olduğunu kabul etmemiz pek mümkün gözükmez. Çünkü sadece olumsuzluk ihtiva eden ilişkilerin, Türklerin İslâm’a geçme ihtimalini güçlendirmez. Aksine yeni dinin mensuplarıyla oluşan olumlu ilişkiler din değiştirme ihtimalini arttırır [3]. Bu bilgi ışığında Türk – Arap ilişkilerinin bir süre sonra olumsuzluktan sıyrılıp olumluya doğru kaydığını ifade edebiliriz. Yani İslâm Devleti’nin tamamen savaş yanlısı bir siyaset izlendiği fikri gerçeği yansıtmamaktadır.

Türklerin İslâmiyet’e geçişi konusunda mâlî etkenler de mevcuttur. Mesela İslâm Devleti, fethettiği yerlerdeki gayrimüslim halktan “haraç” ve “cizye” vergileri almaktaydı. Ancak Müslümanlar için bu vergilerin ödenmesi söz konusu değildi. İslâm Devleti de bundan yararlanarak, İslâm dininin kabulü halinde, gayrimüslimlerin üzerinden haraç ve cizye vergilerinin kaldırılacağını taahhüt etmek gibi bir strateji uyguladı [4]. Özellikle bu strateji Kafkasya’da sonuç verdiğine dair rivayetler mevcuttur. Misalen, Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaziz’in Horasan Valisi Cerrah b. Abdullah’ın, Müslüman olanlardan haraç alınmayacağını ilan etmesi üzerine insanların gruplar halinde İslâm’a girmesi [5], bu tür rivayetlere örnektir. Ancak mâlî etkenlerin de genel-geçer bir hüviyet kazandığını da söyleyemeyiz. Zira tarih biliminde zorunsuzluk mevcuttur. Yani aynı sebeplerin, aynı sonuçları vereceğinin garantisi yoktur [6]. Örneklendirmek gerekirse; bir bölgede olumlu sonuç vermesi, başka bir bölgede olumsuz sonuç vermeyeceğini garanti etmemektedir. İlaveten mâlî sebeplerin sadece uygulanan stratejilerle sınırlı kaldığını söylemek de doğru olmaz. Ancak yine de “ana etken” olarak sayılmaması makul durmaktadır.

Talas Savaşı’nın en büyük kıstas kabul edilmesi de tasnif açısından doğru sayılmaz, zira Türklerin İslâmiyet’i kabul edişi bu savaştan önce başlamıştır. Savaşın coğrafî, siyasî, iktisadî hatta kültürel kayda değer sonuçları vardır. Hatta kültürel sonucu çok etkilidir. Çünkü savaş sonrasında esir edilen Çinlilerin porselen ve kâğıt yapmayı öğretmesiyle bu değerli malzemeler Araplar sayesinde Batı’ya doğru kaymaya başladı [7]. Kâğıt ilk defa Çin dışında Semerkant’ta imâl edilmeye başlayarak [8] yayılmaya devam etmiştir. Liu En-Lin, bu savaşın kültürleri apayrı olan bu devletler arasında kültürel mübadeleyi başlattığına dikkat çeker [9]. Hakkı Dursun Yıldız da bu savaşın dünya kültür tarihi açısından öneminin altını çizer [10]. Talas Harbi’nin ekonomik neticesi de kıymetlidir. Savaştan sonra oluşan güven ortamı, bölgedeki İpek Yolu ticaretinin gelişerek devam etmesine ve bu ticaretten Müslümanların da pay almasına sebebiyet vermiştir [11]. Ancak bu savaşın dinî sonuçları abartıldığı kadar büyük değildir. Nitekim Barthold, Talas Savaşı’nın Batı Türkistan’da İslâm ve Çin medeniyetlerinin arasındaki çekişmenin son bulmasını sağladığını ifade ederek savaşın coğrafî ehemmiyetine vurgu yaparken, Türkler için dinî sonuçlarına dair açıklama yapmamıştır [12]. Gibb, Talas Savaşı’nın, Çin’in batıdaki gücünü sona erdiren hâdiselerden biri sayarken, bu harbin Türklerin İslâmiyet’e geçişinde dönüm noktası olduğu iddiasına parmak basmaz [13]. Hayrettin İhsan Erkoç, bu savaştan sonra, harbin sonucunda büyük tesiri olan Türk boyu Karlukların, savaşta yardım ettikleri Araplarla bir süre daha mücadele ettiklerini söyler [14]. Anlaşılan o ki, savaştan sonra Karluklarda bile toplu bir İslâm’a geçme hareketi yaşanmamış. Zira öyle olsaydı, Emevîlerin yerine geçen Abbasîlerle mücadeleye devam etmezlerdi. Yani bu harp, Türklerin Müslüman oluşu meselesinde “milat” olarak öne sürülmemelidir. Zaten mevzubahis savaşın, Türklerin İslâmiyet’e geçişinde dönüm noktası olmadığını dile getiren tarihçiler mevcuttur [15].

Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesi serüveninin uzun bir zaman aralığında tezahür ettiğini belirtmiştik. Çünkü bu vetire safha safha gerçekleşmiştir. Bireyin başka dine geçmesi ve özümsemesi izafî olarak kısa zaman sürebilir ancak bir topluluğun din değiştirmesi ve özümsemesi için mutlaka uzun zaman aralığına ihtiyaç vardır. Tabii bu zaman aralığının uzamasında kimi zaman uygulanan hatalı politikaların yardımcı sebep olduğu barizdir.

Sonuç olarak; birçok etkenin toplamı “Türklerin İslâm’a geçişi” olgusunu inşa etmiştir. Bu olgu, tek devreli ve bir cepheli olarak gerçekleşmemiştir. Bilâkis birçok safhaya ve yöne yayılarak zuhur etmiştir. İddiaların, bahsettiğimiz durum üzerinden tetkik edilmesi daha sağlıklı olacaktır. Yani tek tipçi bir anlatım tarzı benimseyerek bir-iki sebebe bağlanmış tarih yazımı inşa etmekten kaçınılıp bu mevzunun geniş yelpazeli olduğu düşüncesi, Türk – İslâm tarih yazımının zeminine oturtulmalıdır. Hem din benzerliğini hem de savaşlarla başlayan ilişkileri, bütünün bir parçası olarak ittihaz edilmelidir. Söz konusu yaygın iki iddianın çerçevesinde sınırlandırmamak adına bütüne bakarak araştırmalar yapılıp yorumlanmalıdır.



Dipnotlar:

[1] Ali Akdoğan, Din Sosyolojisi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2019, Sayfa 425.

[2] Bunun Emevîler ve Abbasîlerde örnekleri vardır: Hamdî Şâhîn, Emevîler ve Emevî Devleti, Çeviren: Kasım Koç, Beka Yayıncılık, İstanbul 2019, Sayfa 273-274; Bekir Biçer, Türklerin İslamlaşma Süreci, Akçağ Yayınları, Ankara 2013, Sayfa 135-142; Seyfullah Kara, “Türklerin İslamiyeti Kabulü”, İlk Türk – İslam Devletleri Tarihi, Editör: Halil İbrahim Gökbörü, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara 2020, Sayfa 278.

[3] Ali Köse & Ali Ayten, Din Psikolojisi, Timaş Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 151.

[4] Ali İpek, İlk İslâmî Dönemde Gürcistan (Siyaset, Kültür ve Medeniyet), Zafer Yayınevi, Erzurum 2016, Sayfa 115.

[5] Ali İpek, İlk İslâmî Dönemde Azerbaycan (632-750), Zafer Yayınevi, Erzurum 2017, Sayfa 239.

[6] Daha detaylı bilgi için bakınız: Nurettin Topçu, Mantık, Dergâh Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 63 ve 92.

[7] Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019, Sayfa 210.

[8] Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2019, Sayfa 75.

[9] Liu En-Lin, “Talas Seferi Hakkında Yapılan Bir İnceleme”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Cilt: 1, Ankara, 1972, Sayfa 420.

[10] Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2019, Sayfa 75.

[11] Ali Dadan, “İslâmiyet Öncesi Türk – Arap İlişkileri ve Türkler’in Müslüman Olması”, İslâm

Tarihi, Cilt: 2, Editör: Ahmet Önkal, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 137.

[12] V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız, Kronik Kitap, İstanbul 2019, Sayfa 218.

[13] H. A. R. Gibb, Orta Asya’da Arap Fetihleri, Çeviren: Hasan Kurt, Çağlar Yayınları, Ankara 2005, Sayfa 114-115.

[14] Hayrettin İhsan Erkoç, “Kırgızlar, Türgişler, Karluklar ve Oğuzlar”, Ötüken’den Kırım’a Türk Dünyası Kültür Tarihi, Hazırlayanlar: Ahmet Kanlıdere – İlyas Kemaloğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2020, Sayfa 122.

[15] Osman Karatay, Türklerin İslam’ı Kabulü, Kripto Kitaplar, Ankara 2018, Sayfa 117-120; Zekeriya Kitapçı, İslâm Hidayet Güneşi Doğu Tûran Yurdunda – Azerbaycan ve Horasan’da İslâmiyet & Talas Nazariyesinin Çöküşü, Yedikubbe Yayınları, Konya 2016, Sayfa 289-311; Hayrettin İhsan Erkoç, “Kırgızlar, Türgişler, Karluklar ve Oğuzlar”, Ötüken’den Kırım’a Türk Dünyası Kültür Tarihi, Hazırlayanlar: Ahmet Kanlıdere – İlyas Kemaloğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2020, Sayfa 121-122.



Yorumlar

Popüler Yayınlar