Semerkant Şafakları: Filozof Marx versus Sosyolog Marx

 GİRİŞ

 

Karl Marx, dünya fikir tarihinde olumlu yahut olumsuz şekilde yer kaplaması bir yana, netice itibariyle azımsanmayacak kadar bir alanda mesken tutmayı başarmıştır. Onun hakkında, kimi zaman sloganik mahiyette kara propagandavarî tenkitler ortaya atılmış, kimi zaman da görüşünü benimseyenler tarafından “karizmatik lider”[1] ilan edilmiştir. Bugün oluşan kargaşa ortamı, fikrî olarak Marx’a sağlam bir mercekle eleştirel bakışa fazla imkân sağlamamıştır. Gerek “Marksizm”e mensup zümrelere, bazı içi boş aksiyoner tavırların baskıcı tavrı ve gerekse “Marksist” olduğunu iddia eden fertlerin yahut grupların, Marx’ın düşüncelerini anlama zahmetine yanaşmamaları, Marx hakkında ortaya atılan iddiaların erozyona uğramasına yol açmıştır.



[1] Burada kullandığım “karizma” ifadesini, Max Weber’in yüklediği anlama istinaden tercih ettim. Max Weber’in ortaya attığı “karizmatik otorite” kavramındaki “karizma” ifadesi, kendisinin deyişiyle “bireysel olarak bir şahsı sıradan insanlardan ayıran ve onun doğaüstü, insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına yol açan belli bir nitelik”tir. Bakınız: Max Weber, Bürokrasi ve Otorite, Tercüme: H. Bahadır Akın, Adres Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 84.


MARX’IN “İNSAN” DÜŞÜNCESİNDE SOSYOLOJİK VE FELSEFÎ GÖRÜŞLERİNİN MUKAYESESİ

 

Marx’ın “insan” hakkındaki düşüncelerini mukayese ederek, burada bir “çelişki” olduğunu ifade eden ve düşüncelerini ilmî bir zeminde irdeleyen kişilerden birisi Ali Şeriati’dir. “İnsan” adlı eserinde, Marx’ın “insan” hakkındaki görüşüne eleştirel bir bakış açısı getirir:

“Sosyolog Marx, filozof Marx’ın ‘tanrılaşmış insanı’nı aniden ‘eşyalaşmış insan’a dönüştürür.”[1]

“Marx hümanizmi, materyalizm temeline dayanması sebebiyle insanı ‘edebî övgü’ aşamasında göklere çıkarırken bilimsel analiz aşamasında özsel kökenini topraktan saydığı için sonunda ‘şey olma’ yönünde baş aşağı sürüklemektedir.”[2]

“Marksizm, dini inkâr etmek istediğinde Tanrı’yı ‘insanın ontolojik hakikatinin dışsal yansıması’ olarak kabul eder, insanı ise dünyada Tanrı’nın yerine koyar. Fakat kendi tarihsel materyalizmini ispatlamak istediğinde, Tanrı’yı yaratan bu insan, ekonomik üretim araçlarının yaratığı oluverir!”[3]

Ali Şeriati’nin eleştirileri yerinde midir? Yoksa fazla mı yüklenmiştir Marx’a? Bunu biraz Marx’ın eserlerinden irdelemek gerekir…

Marx, Pavel Vasilyeviç Annenkov’a yazdığı “28 Aralık 1846” tarihli mektubunda, sosyolojik düşüncesi kapsamında, insanı şöyle ele almaktadır:

“İnsanların -tarihlerinin temeli olan- kendi üretici güçlerini seçmekte özgür olmadıklarını eklemeye de gerek yok kuşkusuz; çünkü her üretici güç, edinilmiş bir güçtür; daha önceki etkinliğinin ürünüdür. Bu nedenle, üretici güçler, pratik olarak kullanılmış insan enerjisinin sonucudur; ama bu enerjiyi de, insanın kendini içinde bulduğu durum koşullandırır; kendilerinden önce ortaya çıkmış yani kendilerinin yaratmadığı, bir önceki kuşağın ürünü olan toplumsal biçim koşullandırır.”[4]


Marx’ın, ilk baskısı 1867 yılında çıkan[5] “Kapital” eserinde ise, farklı bir insan tasavvuru ile karşı karşıya kalıyoruz. Burada, insanın “değiştirme” gücüne vurgu yapılarak, adeta insanı etkinliğin ürünü olmaktan çıkarıp onu daha da faal hâle getirmektedir. Tabii, burada üzerinde durulması gereken bir nokta vardır: Marx, bu düşüncelerini sosyolojik bağlamda değil felsefî zeminde ifade etmektedir:

“İnsan, dışsal tabiat üzerinde faaliyette bulunur ve onu değiştirir, böylelikle aynı anda kendi tabiatını da değiştirmiş olur.”[6]

Marx, sanki bu iki çelişen ifadesini sentezlemek ister gibi, şu sözleri sarf etmiştir:

“Madem ki insanı biçimlendiren yaşadığı koşullar; koşullar, en insanî şekilde biçimlenmelidir.”[7]

Marx, meşhur filozof Aristo’nun insan hakkındaki “siyasal hayvan” benzetmesini biraz daha açarak, “insanın toplumsal hayvan olmakla sınırlı kalmadığını” izah eder. Böylelikle Marx, insana ahlakî bir değer katar ve onun bireyliğinin ve biricikliğinin bir amaç olduğunu düşünür. Bu amaca ulaşmak için de bir çözüm sunar: Bu gayeye yalnızca maddî ve manevî zorlamalardan kurtulmuş bir toplumda ulaşılabilir.[8]

“Maddî ve manevî zorlamalardan kurtulmuş bir toplum” vurgusu yaparak, “Filozof Marx” ile görüşlerini uzlaştıran “Sosyolog Marx”, “yabancılaşma” kuramıyla bunu güzelce ortaya koyar: Kapitalist toplumlarda, işçilerin çalışırken kullandıkları araçların -makinalar, ham maddeler ve fabrikalar- sahibi olamadıkları görülür. Üretim araçları kapitalistlerin mülkiyetindedir ve işçiler, emek güçlerini ya da çalışma yetilerini ücret karşılığında satmak “zorundadırlar”.[9]


[1] Ali Şeriati, İnsan, Tercüme: Şamil Öçal, Fecr Yayınları, Ankara 2020, Sayfa 106.

[2] Ali Şeriati, İnsan, Tercüme: Şamil Öçal, Fecr Yayınları, Ankara 2020, Sayfa 121.

[3] Ali Şeriati, İnsan, Tercüme: Şamil Öçal, Fecr Yayınları, Ankara 2020, Sayfa 122.

[4] Karl Marx – Friedrich Engels, Seçme Yazışmalar (1844-1869), Cilt: 1, Tercüme: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Ankara 1995, Sayfa 31.

[5] Mathew Forstarter, 50 Ekonomistle Ekonominin Kısa Tarihi, Tercüme: S. Emre Bekman, Orenda Kitap, İstanbul 2021, Sayfa 38.

[6] Karl Marx, Kapital, Cilt: 1, Sayfa 283’den nakleden: Norman Geras, Marx ve İnsan Doğası, Tercüme: İsmet Akça – M. Görkem Doğan, Birikim Yayınları, İstanbul 2002, Sayfa 98.

[7] Karl Marx, Aforizmalar, Siyah Beyaz Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 43.

[8] Karl Marx, Seçme Sosyoloji Yazıları, Tercüme: Özer Ozankaya, Cem Yayınevi, İzmir 2018, Sayfa 30.

[9] Bertell Ollman, Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş, Tercüme: Ayşegül Kars, Yordam Kitap, İstanbul 2020, Sayfa 12-13.


MARX’TA BİLİNÇ VE BİLGİ PROBLEMİ

 

Fikirlerinde ütopik toplum ile yabancılaşma kuramı arasında bağ kurup düğümleyerek ortadaki çelişkiyi kaldıran Marx, yine bir problemle karşı karşıyadır: “İnsan bilincinin toplumsal yapı tarafından belirlenmesi!”[1] Burada bir sıkıntı söz konusudur. Zira “maddî ve manevî zorlamalardan kurtulmuş bir toplum”la insanın bireyliği ortaya çıkıyorsa, böylece bu ütopik ortamda insan bilincinin yetkisi ortaya çıkmalıdır. Oysa bilincin, toplumsal yapı tarafından belirlenmesi, bu durumu çelişik kılmaktadır. Marx, insanların bilinçli olarak düşündükleri şeylerin, temelde “yanlış” bir inancın, yani toplumdaki genel ideolojinin ve bu yanlışlıkların rasyonelleştirilmesinin bir ürünü olduğuna inanıyordu. Buna göre
ise insanlar, davranışlarının ardında yatan ve onları bu davranışlara iten asıl nedenleri görememekte ya da bunun bilincine erişememektedirler.[2] Maddî ve manevî zorlamalardan kurtulan bir toplumda, genel ideolojinin rasyonelleşmesi mümkün müdür? Sanırım Marx’ın dipnot düşmesi gerektiği konulardan birisi de bu olmalıydı…

Ayrıca bu meselede Mutahharî’nin de dikkate alınması gereken bir tenkidi vardır:

“Eğer böyle bir söz doğru olursa (‘mutlak düşüncenin öznel ve nesnel şartlara tâbi olduğu’ sözü) hiçbir düşüncenin asaletinin olmaması gerekir. Yani âlemdeki bütün düşünceler itibarî olur ve herhangi bir düşüncenin doğruluğundan bahsedilemez.”[3]

Marx’ın açıklamasından anlaşılan, toplumun genel kanaati ne yöndeyse, insanın bilinci de onun ürünü olduğudur. Yani bilgi, dolaylı mânâda görecelidir. Böylelikle göreceli bilgi de mutlak bilginin zıddı olduğu için, burada mutlakiyetten söz edilemez. 

Aslında düşüncelerin itibarîliği kelâm ilminde de mühim meselelerden biridir. Mâtürîdîyye mezhebinin kelâmcılarından Nûreddin Sâbûnî, düşüncelerin itibarîliğini kabul etmez. Akılların verdiği hükümlerin birbiriyle çelişmesinden ziyade görüş ayrılığına düşülmesinin sebebini bazı akılların ilmî tefekkür seviyesine ulaşamamasına yahut bazı akıl sahiplerinin ilmî tefekkür şartlarını tamamıyla yerine getirilememesine bağlar. Böylece bazılarının akılla hükmettiklerini beyan etmesinin geçersiz olduğunu, bunların his ve tahminleriyle kanaat getirdiklerini izah eder.[4]



[1] Erich Fromm, Marx’ın İnsan Anlayışı, Tercüme: Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul 2004, Sayfa 47.

[2] Erich Fromm, Marx’ın İnsan Anlayışı, Tercüme: Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul 2004, Sayfa 48.

[3] Murtaza Mutahharî, İnsan Düşüncesinde Allah, Tercüme: Sedat Baran, Önsöz Yayıncılık, İstanbul 2021, Sayfa 40.

[4] Nûreddin es-Sâbûnî, Mâtürîdiyye Akaidi, Tercüme: Bekir Topaloğlu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2018, Sayfa 51.


SONUÇ

 

Marx, Hegel diyalektiğinin aksine altyapının (ekonomi) üstyapıyı (ahlak, hukuk ve din) etkilediğini iddia ederek[1], aslında “Sosyolog” sıfatıyla insanı makineleştirmeye çalışmıştır. Ancak “Filozof” Marx, insanı yücelterek ona adeta bağımsızlık atfeder. Marx’ın bu perspektifini nasıl değerlendirebiliriz?


Elbette fikir dediğimiz kavram, dinamiktir. Değişebilmesi muhtemeldir. Marx’ın da bundan ayrı tutulması doğru olmaz. Hatta Marx’ın ahlâk konusundaki görüşlerine dair bazı devir tasnifleri de yapılmıştır.[2] Ancak Marx’ın buradaki karmaşası dönemlendirmeden ziyade daha çok unvanların farklılığındandır. Tabii ki kimi karmaşalarında dönem dönem değişikliğe uğraması gayet tabiidir ama bizim esas aldığımız noktada, böyle bir vaziyetin söz konusu olması asgarî ihtimallidir.

Üstelik Marx, her ne kadar Engels ile beraber ütopik düşünceye olumlu bakmasalar da[3] “Maddî ve manevî zorlamalardan kurtulmuş bir toplum” vurgusu ve Cemil Meriç’in ifadesiyle “günün birinde sınıflar ortadan kalkacaktır”[4] hissini belli etmesi ile Marx, kendisine koyduğu bu kuralı çiğnemiştir. Ancak bu tek çiğneyişi olmadığından, belki de bunu dinamik fikir yapısına bağlayabiliriz.[5] Eğer dinamik fikir yapısıyla ilgisi yoksa, muhtemelen bu da “sosyolog” – “filozof” Marx çatışmasının bir ürünü olmalıdır.

Böylelikle Marx’ın “sosyolog” ve “filozof” unvanları arasında bazı fikir ayrılıkları mevcuttur. Kimisi fikrinin dinamiğine bağlı olsa bile, genelleme kozunu oynayarak, bu meseleden kolayca sıyrılamayız…



[1] İbrahim Arslanoğlu, Sosyolojiye Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 43.

[2] Detaylı bilgi için bakınız: R. G. Peffer, Marksizm - Ahlâk ve Toplumsal Adalet, Tercüme: Yavuz Alogan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001, Sayfa 45-86.

[3] Philip Spencer – Howard Wollman, “Nationalism – A Critical Introduction”, Sage 2002, Sayfa 9-10’dan nakleden: İskender Öksüz, Millet ve Milliyetçilik, Panama Yayıncılık, Ankara 2021, Sayfa 97.

[4] Cemil Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, Yayına Hazırlayan: Ümit Meriç, İletişim Yayınları, İstanbul 2018, Sayfa 35.

[5] Marx’ın, geleceğe ait kozmopolit dünya şehri; ayrı ve bölücü millet-devletlerine yer olmayan evrensel bir cemaat (gemeinschaft) hayali de Engels ile ortak paylaştığı bir vizyondur. Daha detaylı bilgi için bakınız: İskender Öksüz, Millet ve Milliyetçilik, Panama Yayıncılık, Ankara 2021, Sayfa 96-97.

Yorumlar

Popüler Yayınlar