Semerkant Şafakları: Modern Dünyada Acı

Çağımızda, duygusal zekâ mefhumu, kimi psikiyatristlerce “popüler psikolojide” çok vurgulanan bir terimdir [1].  Duygusal zekânın “ahir zaman” diye tarif ettiğimiz bu çağda revaçta olmasıyla bazı önemli değişiklikler yaşanmış. Bu değişiklikleri biraz üstelememiz gerekecek… Örneğin bu kavram sayesinde duygularımıza hem felsefî hem ilmî hem de gündelik anlamlar yüklenmiştir. Bu mefhum yüklemesinin öznesine sadece psikolog ya da psikiyatristleri koymuyoruz tabii ki. Çünkü bu öznenin kapsamında biz de varız.

Bu “duygusal zekâ” kavramı gökten zembille inmiyor doğal olarak. Bir tarihî vetirenin içinden geçerek günümüze ulaşıyor. 17. Yüzyılda bir reaksiyon doğuyor ve bunun önderliğini de felsefeden gayet de iyi tanıdığımız Descartes yapıyor [2]. Bu tarihî sürecin üzerinde detaylıca durmanın yorgunluğunuzu arttıracağını düşündüğümden, üstünde pek de durmamın mecburî olmadığını düşünüyorum. Sanırım temelini atmam yeterli...

Modern dünyada, eski devirlere nazaran duygularımıza yüklediğimiz değerler, anlamlar ve itibarlar daha yüksek bir seviyede. Bunun farkındalığını yaşıyoruz bir çoğumuz; bir kısmımız da yaşamıyor, orası ayrı. Acıya karşı oluşan bazı algı ve yargılar mevcut. Bu algı ve yargılara bakıyoruz; acıyı olumsuzlamasının üstüne sos olarak, tabiri caizse acının “köküne kibrit suyu dökme” gayretkeşliğinin izlerine rastlıyoruz. Acıya karşı bu yargının yanında onu tıbbî bir vakaya indirgemenin, insanın hissî asaletine ve varlık gerçeğine yapılan bir “ölü yaprak vuruşu” olduğunu söylemek, sanırım farklı bir metafor olacaktır…

Acı algısının değişmesi, kuşkusuz modern zamanda mezkûr duygunun farklı kisvelere girmesine neden olmuştur. Algıların tek tipte sindirilme gayreti, taklitçilik furyası, manipülatif bilimsel sunular curcunası ve geçmiş zamanlarda da varlığını hissettiren acı duymanın “zayıflığa” işaret ettiği ön kabulü… vb. birçok sebep, acının modern dünya fanusunda farklı bir kalıba dökülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu sebeplerin çoğaltılması pek mümkün; ama bu sebepleri uzatmak yerine eğildiğimiz meselede hangilerinin mühim olduğunu göstermenin daha yerinde olduğunu söylemeliyim.

Acıya karşı maddî değerler biçme kaygısı ile “acıyı ele alınır” kıvama dönüştürme isteğinin tezahür etmesi, aslında acıyı somut şekilde tasavvur bünyesine sokmanın ve onu laboratuvar ortamında incelemenin çaba neferliğine soyunulmasına delalet eder.

Acı, soyut bir duygu olmasına karşın somut eylemlere kapı aralar. Başka bir deyişle, soyutluk ile somutluk arasında bir köprü inşa eder. Bu yüzden de varlığı hissî gerçekliğe dayanır. Ancak! Burada dikkat çekmemiz gereken bir husus var: Sebep olduğu sonuçlar bazen maddî değerlere biçilen soyut kılıflı fiiller olabilir. Bunu “ruh ve beden” bağlamında ele alırsak, Mâtürîdî’nin ruha yaklaşımına dikkat çekebiliriz. O, ruhu “suretlerin ve bedenlerin kendisiyle hayat bulduğu şey” olarak tanımlamakta, ruhun vücudun ve vücuddaki âzaların tam anlamıyla fonksiyonlarını yerine getirmesinin ve işlerlik kazanmasının sebebi olarak kaydetmektedir [3]. Ruh ile beden arasında ilişki kuran duygulardan birinin acı olduğunu söylersek, onun somut ile soyutluk arasında bir köprü inşa ettiğini bir kez daha görmüş oluruz.

Temas etmemiz gereken bir başka husus ise acının dinamizmidir. Bu dinamizm, isminden de anlaşılacağı gibi süreklidir. Acı duyulan özne ve nesne değişkenlik arz edebilir; fakat acı istediği kadar kılık değiştirsin, varlığı süregidecek bir gerçektir.

Aslında acı, günümüzde bir bakıma “gereksizlik sendromu”na kapılmıştır. Acıyı tersinden okumayı deneyelim bir de: Zevk, kimi zaman ihtiyacı ortadan kaldırmayı bir hedef hâline getirir. Bu konuda Fahreddin Razî’nin görüşüne başvuralım:

"Zevk ve isteğin kıymeti, duyulan ihtiyaca bağlıdır. [4]"

Acı, bastırılmaya yönelik bir tazyik olabilir bazen: "İhtiyacın giderilememesinden ve tıkanıklıktan kaynaklanan acı ne kadar şiddetli olursa, bu ihtiyaç giderildiğinde duyulan zevk de o kadar büyük ve şiddetli olur [5]."

Tabii bu tazyikin bastırılmasına dair modern zamanda sunulan çözümler umumen kısa vadelidir. Çünkü amaçlarının temelinde “acıyı tamamen yok etme” arzusu yatmaktadır. İşte asıl problem… Mahrumiyetin acısını tedavülden kaldırmak için “acının mahrumiyeti” düsturunu özümsüyoruz…

Zevk, amacı yüce olan acının dönüşüme uğrayarak mutluluğa varma evresine tekâmül etmelidir ki, sağlam bir anlam içersin. Bu konuyu örneklendirmek adına “şehvet ve aşk” ikilemine başvurabiliriz. Bu mevzudaki konuğumuz ise Mutahharî olsun:

"Şehvet olayında birey, sevdiğine kavuşmak, onu sahiplenmek ve ona ulaşmak ister ve bununla tatmin olur. Fakat ‘aşk’ta sahiplenmek ve kavuşmak olayı asla söz konusu değildir; âşığın varlığının sevgilide bütünüyle erimesi söz konusudur; yani egosantrizm mantığıyla kesinlikle uyuşmayan bir hadisedir bu. Bu nedenledir ki, şahsın sevgilisine bu teslimiyeti, onun varlığı karşısında kendisini unutması, aşk olayının dikkatle incelenmesini gerektiren ilginç neticelerdendir [6]."

Buradaki aşka bakılınca mutluluğa ulaşılamıyor gibi gözükse de aslında mutluluğun yaşanacağına ama başka bir dünya tasavvuruyla ulaşılacağına inanılmaktadır. Nitekim Seyyid Ahmet Arvasî’nin de dediği gibi "Sonunda ölüm bulunan bir dünya, insana mutluluğu vermez, aratır [7]." Binaenaleyh buradaki acının değeri yücedir; mutluluk evresine varma temennisi ise daha uludur.

Günümüzde ise acıyı silip süpürmek için maddî sarhoşluk isteği, başıboş kalma temennisinin kaynağında, dünyaya bağımlılık yoktur. Çünkü böyle olsa, günümüz insanı kendi varlığını hissetmeyi en aza indirgeme çabası gütmezdi. Mustafa Çamran bu konuya güzel parmak basmış:

“Neden insanlar sarhoşluk ve başıboşluğu seviyorlar? Çünkü insanın dünyaya olan bağı azalır. Sırtından varlığın ağır yükü düşer ve var olmanın bıktıran ve kalbi sıkıştıran ağır yükü hafifler… [8]”

Hâsılı aslında acının algı ve etkisinin dinamik olduğunu, bu sonucun acıyı kökünden kazıma gayretkeşliği yerine onu insanın tekamülü açısından yaşanılacak bir aşama olarak kabul edilmesi gerektiğinin altını çizelim. Böylece konuyu kapatmış olalım. Vesselâm…



DİPNOTLAR:

[1] Nevzat Tarhan, Bilinçli Genç Olmak, Timaş Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 115.
[2] Nevzat Tarhan, Bilinçli Genç Olmak, Timaş Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 115.
[3] Osman Nuri Demir, Mâtürîdî'de İnsan Tasavvuru, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2020, Sayfa 76.
[4] Fahreddin er-Râzî, Kitâbu'n-Nefs ve'r-Rûh ve Şerhu Kuvâhumâ, Tercüme: Hüsnü Aydeniz, Elis Yayınları, Ankara 2019, Sayfa 102.
[5] Fahreddin er-Râzî, Kitâbu'n-Nefs ve'r-Rûh ve Şerhu Kuvâhumâ, Tercüme: Hüsnü Aydeniz, Elis Yayınları, Ankara 2019, Sayfa 102.
[6] Murtaza Mutahharî, Fıtrat, Tercüme: Cafer Kırım, Önsöz Yayıncılık, İstanbul 2020, Sayfa 76.
[7] Seyyid Ahmet Arvasî, Kendini Arayan İnsan, Burak Yayınevi, İstanbul 1998, Sayfa 135.
[8] Mustafa Çamran, Ruhun İrfanla Yükselişi, Tercüme: Sadık Yıldız, Semere Yayınları, İstanbul 2011, Sayfa 16.



Yorumlar

Popüler Yayınlar