Semerkant Şafakları: Caferîliğin Evrilişi -I- "İmam Câfer-î Sâdık'ın Sahabe Hakkındaki Görüşü"

 ÖN SÖZ

Öncelikle “Semerkant Şafakları” başlığının konulma sebepleri üzerinde durmanın gerekliliğini mühim görüyorum. Bu isim nereden çıktı? Aslında bu ismin temsiliyeti, İmam Mâtürîdî’nin doğduğu Mâtürîd köyünün Semerkant’ta bulunmasıyla Hanefî-Mâtürîdî çizginin esaslılığını ifade etmesi ve bir yandan da Türk-İslâm düşüncesini yansıtması bakımından ehemmiyet arz etmektedir. “Şafak” kelimesi ise, aydınlığın sembolü olmasından mütevellit seçilmiştir. Böylece Hanefî-Mâtürîdî çizgi ve Türk-İslâm düşüncesi bir nevî karanlıktan aydınlığa giden yol olarak nasıl var olduğu izah edilmeye çalışılacaktır. Allah’tan niyazım o’dur ki; Furkan ismimin yüzü suyu hürmetine, bana, hak ile batılı ayırma kabiliyeti versin.
Gayret bizden, tevfik Allah’tandır...


İMAM CÂFER-Î SÂDIK'IN HAYATI

İmam Cafer-î Sâdık’ın Ashab-ı Kirâm hakkındaki görüşleri bağlamında Caferîlik mezhebinin nasıl farklı bir noktaya evrildiğine dair örnekler sunmadan evvel mezhebin öncüsü İmam Cafer-î Sâdık’ın hayatı hakkında bilgi vermek gereklidir. Onun hayatına dair kısa ve öz malumat vererek girizgâh yapmamız, meselenin anlaşılmasında yardımcı olacaktır.

İmam Cafer-î Sâdık’ın doğum tarihinde ihtilaflar mevcuttur. Şeyh Müfid gibi Şiî tarihçiler onun doğumunun hicrî 83 (702) olarak verirken[1]; Taberî gibi bazı Sünnî tarihçiler de doğum tarihi olarak hicrî 80 (699) yılını tercih eder.[2] Ancak Medine’de doğduğuna dair kaynaklarda herhangi bir ayrılık yoktur.[3] Babası Şiîlerin beşinci imamı Muhammed Bakır, annesi ise Hz. Ebu Bekir’in torunu Kasım b. Muhammed’in kızı Ümmü Ferve’dir. Böylelikle soyu baba tarafından Hz. Ali’ye, anne tarafından Hz. Ebu Bekir’e dayanmaktadır.[4] Annesi Ümmü Ferve’nin, Hz. Ebu Bekir’in torununun kızı olduğu bilgisine Şeyh Müfid’in “el-İrşad” isimli eserinde de rastlanılmaktadır.[5] Güncel İmam Cafer-î Sadık hakkındaki çalışmalarda da bu bilginin doğrulanması[6], güvenilir olduğunu göstermektedir.

Bu yazımızda, konudan sapmamak açısından İmam Cafer-î Sâdık’ın siyasî hayatına eğilmekten ziyade ilmî hayatına değinmeyi tercih ediyoruz. Bundan dolayı İmam Cafer-î Sâdık’ın siyasî hayatı hakkında bilgi vermemeyi tercih ederek, ilmî hayatı üzerinde durmak istiyoruz.

Sözlerinin doğruluğu ve güvenilirliğinden dolayı “Sâdık” lakabıyla meşhur olmasıyla birlikte Fâdıl, Kâim, Kâfî ve Müncî misali lakaplarla da anılmıştır.[7] İlk eğitimini Şiîlerin dördüncü imamı olan Zeynelâbîdin ve babası Muhammed el-Bâkır’dan almıştır.[8] İmam Cafer-î Sâdık’ın siyasî olarak rahat bir devrede yaşadığı izahtan varestedir. Zira Emevîlerin kargaşa devrinde olup bilahare yıkılması ve Abbasîlerin kuruluş devrinde olması, onun için rahat bir dönem olmuştur. Bu krizi kendi fırsatına çeviren Cafer-î Sâdık, ilmî faaliyetlerine hız vermiş ve öğrenci yetiştirmeye yönelmiştir.[9] Medine’de Mescidü’n-Nebevî’de babasıyla birlikte kurdukları ilim merkezini, kendisi daha üst mertebelere taşımıştır. Evini medrese hâline getirmiş ve böylece her taraftan gelen ziyaretçilere dersler vermiştir.[10] Öğrencilerinin sayısı 4.000’i aştığına dair rivayetler nakledilmiştir.[11] Bu rakama mütereddit yaklaşmamız gayet tabiidir fakat öğrencilerinin sayısının çokluğunu da inkâr etmemiz mümkün değildir. Nitekim onun hocalığında birçok fâkih, muhaddis ve filozof yetiştiği söylenebilir.[12]

Önemli öğrencilerinden birisi de kimyanın kurucusu kabul edilen Cabir bin Hayyan’dır. Cabir bin Hayyan’ın, İmam Cafer-i Sadık hakkındaki “akıl madeni” ve “üstadım” şeklindeki tarifleri, hocasına verdiği kıymeti göstermek açısından ehemmiyetlidir.[13] Cabir’in eserlerinde “Seyyidim Cafer’e andolsun ki”, “Seyyidim İmam Muhammed Bâkır’ın oğlu Cafer bana bunu söyledi”, “Bana şu bilgileri verdi” ve “Bana şu talimatları öğütledi” gibi cümleleri kullanmasıyla ikisinin arasındaki hoca-talebe ilişkisinin yüksek bir seviyede olduğunu anlamaktayız.[14]

Onun evini adeta bir okula çevirmesi hakkında bazı araştırmacılar tarafından birtakım benzetmeler yapılmıştır. Donaldson’un “Sokratvarî” okul teşbihi ile İsmail Kaygusuz’un “İslam’ın belki de ilk akademisi” yorumu buna dair örneklerdir.[15]

Cafer-î Sâdık, 765 yılında Medine’de vefat etti. O, vefat ettiği sırada hilafette Abbasî Halifesi Mansur bulunuyordu. Cafer-î Sâdık, Cennetülbakî’de babasının ve dedesinin kabirlerinin yanına defnedilmiştir.[16] Vefat ettiğinde 65 yaşında idi.[17] Kabri Vehhâbîler'in tahribine kadar ziyaret mahalli olarak kullanılmıştır.[18]



[1] Şeyh Müfid, el-İrşad (On İki İmamın Hayatı), Tercüme: Davud Duman, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 483.
[2] Taberî, Târîhu’l-Umem ve’l-Mulûk, tahkik: Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Beyrut, 1967, V/138’den nakleden: Mehmet Atalan, “İslam Düşüncesinde Ca’fer-i Sâdık’ın Yeri”, Milel ve Nihal Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 3, Eylül-Aralık 2011, Sayfa 10.
[3] Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sâdık”, Temel İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İSAM Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 536.
[4] Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sâdık”, Temel İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İSAM Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 536.
[5] Şeyh Müfid, el-İrşad (On İki İmamın Hayatı), Tercüme: Davud Duman, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 483.
[6] Veli Hasan Ekber, İmam Cafer-i Sadık, Kevser Yayınları, İstanbul 2011, Sayfa 53; Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 42; Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 106; Zehra Korkmaz – Hayati Yılmaz, “Ca’fer es-Sâdık ve Ebû Hanîfe Arasındaki Hoca-Talebe İlişkisi”, Tasavvur Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, Aralık 2019, Sayfa 1155; Ahmed Sabri Hamedanî, İmam Cafer Sadık (a.s) Buyrukları, Gözden Geçirenler: İbrahim Aras – Abbas Akyüz, Kevser Yayınları, İstanbul 2014, Sayfa 21; Hidayet Önderleri, Cilt: 8, Telif Komisyonu: Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı, Tercüme: Vahdettin İnce, Kevser Yayınları, İstanbul 2016, Sayfa 46; İsmail Kaygusuz, İmam Cafer Sadık – Bilimsel Kişiliği ve Görüşleri, Su Yayınları, İstanbul 2021, Sayfa 13.
[7] Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 41-42.
[8] Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sâdık”, Temel İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İSAM Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 536.
[9] Muharrem Uçan, Kimyanın Efendisi, Kalender Yayınevi, İstanbul 2014, Sayfa 19.
[10] Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 44.
[11] Ali Akın Caba, Alevilikte Temel İnançlar, Kalender Yayınevi, İstanbul 2022, Sayfa 110.
[12] Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 44.
[13] İsmail Kaygusuz, İmam Cafer Sadık – Bilimsel Kişiliği ve Görüşleri, Su Yayınları, İstanbul 2021, Sayfa 27.
[14] Veli Hasan Ekber, İmam Cafer-i Sadık, Kevser Yayınları, İstanbul 2011, Sayfa 83-84.
[15] Dwight M. Donaldson, The Shi’ite Religion, London 1933, Sayfa 132’den nakleden: Muharrem Uçan, Kimyanın Efendisi, Kalender Yayınevi, İstanbul 2014, Sayfa 19; İsmail Kaygusuz, İmam Cafer Sadık – Bilimsel Kişiliği ve Görüşleri, Su Yayınları, İstanbul 2021, Sayfa 9.
[16] Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sâdık”, Temel İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İSAM Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 536.
[17] Şeyh Müfid, el-İrşad (On İki İmamın Hayatı), Tercüme: Davud Duman, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 483.
[18] Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 107.


İMAM CÂFER-Î SÂDIK'IN EHL-İ SÜNNET NAZARINDAKİ DEĞERİ

İmam Cafer-î Sâdık, Emevî ve Abbasî devrinde siyasetten uzak kalmış, hatta zamanın halifesine ayaklanmayı da doğru bulmamıştır. Kendisini ilme veren Cafer-î Sâdık’ı Şiîler, Muhammed el-Bâkır’dan sonraki imam olarak kabul etmişlerdir. Üstelik görüşlerini ona nispet etmelerinden dolayı da Câferiyye ismiyle anılagelmişlerdir. İmameti iman esaslarından görmelerinden mütevellit “İmâmiyye”, on iki imam kabul etmeleri sebebiyle “İsnâaşeriyye” diye de adlandırılan Câferîlik, Şia denilince akla gelen ilk mezhep olmuştur.[1] Başka bir ifadeyle İmâmiyye, imamet inancına mensup kimselere verilen ad; imamların sayısını on iki kabul etmeleri dolayısıyla işnâaşerriye de onlara verilen diğer isimdir. İtikad ve fıkıhta kendilerini Câfer-î Sâdık’a nispet etmelerinden dolayı aynı zamanda Caferîyye denilmiştir.[2]

İmam Câfer-î Sâdık, aslında tarihî süreç içinde evrimleşen ve bugünkü hâlini alan Caferî anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Bu meselede asırlar önce İbn Teymiyye “Cafer es-Sâdık hakkındaki yalanlar çok yaygındır. Âlimlerin ve güvenilir kişilerin ondan naklettikleri rivayetler belli olup ona iftira edenlerin rivayetlerine ters düşmektedir” tarzında bir ikazda bulunmuştur.[3]

Peki, âlimler ve güvenilir kişiler kimdir ve ne demektedirler? Buna birkaç misal vermek, sanıyorum ki önem arz etmektedir. İmam Câfer-î Sâdık, sadece Şiîlerin mühimsediği bir şahsiyet değil, Ehl-i Sünnet’in de değer verdiği mümtaz bir kişiliktir. Hanefî mezhebinin kurucusu İmam Ebû Hanîfe, Malikî mezhebinin kurucusu İmam Malik ve Süfyân-ı Sevrî, Câfer-î Sâdık’tan ilim öğrenmişlerdir.[4] İmam Ebû Hanîfe’nin, İmam Câfer-î Sâdık hakkında “Ca’fer b. Muhammed’den daha fakih birini görmedim” diye bahsetmesi[5] ve karşılığında İmam Câfer-î Sâdık’ın, “Ebû Hanîfe halkının en fakihi idi” şeklinde övgüde bulunması[6] gösteriyor ki, ikisi arasında bazı ihtilafların mevcudiyetine rağmen saygı vardır. İmam Ebû Hanîfe’nin, İmam Câfer-î Sâdık’tan eğitim almasına rağmen aralarında hoca-talebe ilişkisinden çok iki çağdaş âlim münasebeti mevcuttur. Zaten İmam Câfer-î Sâdık’ın, ona “Irak Fâkihi” şeklinde hitap etmesi de buna delalet eder.[7] İmam Ebû Hânife’nin aldığı eğitimi abartılı anlatımlarla sunanlar mevcuttur. Hatta bazı Şiî kaynaklarında İmam Ebû Hanîfe’nin, İmam Cafer-î Sâdık’tan iki yıl eğitim alıp sonrasında “Eğer o iki yıl olmasaydı, Numan helâk olurdu” gibi cümleler sarf ettiğini iddia eder.[8] Ancak Ebû Hanîfe’nin uzun yıllar Hammâd b. Ebî Süleyman’dan fıkıh ilmi almış ve İmam Câfer-î Sâdık ile görüştüğü tahmin edilen yıllarda ilmî derinliğini sağlamıştı. Bundan dolayı İmam Câfer-î Sâdık’tan aldığı ilmin abartılı sunumlarını kabul etmemiz mümkün değildir. Buna mukabil İmam Ebû Hanîfe’nin, İmam Câfer-î Sâdık’tan hadis rivayet etmesiyle ikisi arasındaki hoca-talebe ilişkisinin hadis ilmiyle sınırlı kaldığı söylenebilir.[9] 

Bu konuda Zehra Korkmaz ve Hayati Yılmaz’ın vardığı şu sonuç, meselenin özünü ifade etmektedir: “Ebû Hanîfe ile Ca‘fer arasındaki hoca-talebe ilişkisinin ikilinin; başta Ca‘fer’in babası Muhammed el-Bâkır olmak üzere birçok ortak hocadan ilim alması, aynı yaşıt olup karşılaştıklarında ise ilimde otorite âlimler oldukları Ca‘fer es-Sâdık ve Ebû Hanîfe Arasındaki Hoca-Talebe İlişkisi göz önünde bulundurulduğunda Ebû Hanîfe’nin, Ca‘fer’in elinde yetişmiş bir öğrenci olmadığı, yalnızca aynı dönemde yaşamış, zaman zaman bir araya gelmiş ve birbirlerini ilmî yönden takdir etmiş iki âlim oldukları ortaya çıkmaktadır.”[10]

İlaveten İmam Malik’in, İmam Câfer-î Sâdık’ın hakkındaki şu sözleri de manidardır: “O, üç halde bulunurdu: Ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur'an okurdu. Hiç ir zaman temiz olmadan Allah Rasûlü’nü ağzına almazdı. Boş yere konuşmazdı. Kendisini her gördüğümde yerinden kalkar, altındaki minderi bana verirdi.”[11]

Necmettin Şeker de onun Sünnî hadis kaynaklarında nasıl yer aldığı hakkındaki makalesinde şöyle bir neticeye varmıştır: “Sahih-i Buharî hariç, başta Kütüb-i Sitte olmak üzere Sünnî hadis kaynaklarının çoğunda sıdkın sembolü kabul edilen ve Ehl-i Sünnete en yakın Şiî İmam olarak bilinen İmam Câfer-î Sâdık’a ait rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlerin büyük çoğunluğu senet açısından sahih kabul edilen hadislerdir. Bu rivayetlerde çok az sayıda zayıf, bir adet de mevzu hadis yer almaktadır.”[12]



[1] Hasan Gümüşoğlu, İslâm Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları, İstanbul 2018, Sayfa 236.
[2] Hulusi Arslan, Kelâm Tarihi ve Ekolleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2020, Sayfa 162.
[3] Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 109.
[4] Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 109.
[5] Zehra Korkmaz – Hayati Yılmaz, “Ca’fer es-Sâdık ve Ebû Hanîfe Arasındaki Hoca-Talebe İlişkisi”, Tasavvur Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, Aralık 2019, Sayfa 1164.
[6] Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 58.
[7] Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 61.
[8] Veli Hasan Ekber, İmam Cafer-i Sadık, Kevser Yayınları, İstanbul 2011, Sayfa 154.
[9] Zehra Korkmaz – Hayati Yılmaz, “Ca’fer es-Sâdık ve Ebû Hanîfe Arasındaki Hoca-Talebe İlişkisi”, Tasavvur Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, Aralık 2019, Sayfa 1175.
[10] Zehra Korkmaz – Hayati Yılmaz, “Ca’fer es-Sâdık ve Ebû Hanîfe Arasındaki Hoca-Talebe İlişkisi”, Tasavvur Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, Aralık 2019, Sayfa 1175-1176.
[11] Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 110.
[12] Necmettin Şeker, “Cafer es-Sâdık’ın Hadis İlmindeki Yeri ve Sünnî Hadis Kaynaklarındaki Rivayetleri”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 29, 2017, Sayfa 125-126.


İMAM CÂFER-Î SÂDIK'IN SAHABE HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

Bu bölümde İmam Câfer-î Sâdık’ın “Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka” isimli, dinî ve ahlakî muhtevalı sözlerini içerdiği[1] eserini merkeze alarak bazı rivayetlerle sahabe hakkındaki görüşlerini irdelemeye çalışacağız.

İmam Câfer-î Sâdık, rivayete göre Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e karşı sevgi beslemiş ve onları hayırla anarak, onlar hakkında olumlu cümleler sarf etmiştir. Rivayete göre İmam Câfer-î Sâdık “Ebû Bekir ve Ömer’i hayırla anmayanlarla benim bir alâkam olamaz” demiştir. Bu sözün haricinde “Allah’ım, ben Ebû Bekir ve Ömer’i seviyorum ve onlar benim velimdirler. Allah’ım içimde bulunan başka bir düşünce varsa beni Muhammed’in şefaatine nail etme” demiş ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’e dil uzatanlara lanet etmiştir.[2] İmam Câfer-î Sâdık’a nispet edilen bu sözlere binaen “Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka” isimli kitabının “Ashabı Tanımak”[3] kısmındaki şu sözlerini nakletmek gerekir: “Onların (ashabın) sevgisinin gerekli olduğuna inan, onların faziletlerini dile getir ve bi’dat ehlinin meclislerinde oturmaktan kaçın, zira bu kalbe apaçık küfür ve sapıklığı eker.”[4]

Bu sözlerden anlaşılacağı üzere İmam Câfer-î Sâdık’ın Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i hayırla andığına delalet eden rivayetlerin doğruluk payı yüksektir. Zira İmâm Câfer-î Sâdık’ın kendi kitabında sarf ettiği sözlerden ashap sevgisinin gerekliliği görülmektedir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de ashaba dahil olmasını göz önünde bulundurursak, bu cümlelerin aslında birbirini tamamladığını görürüz.

Bu cümleleri birbirine bağlayan bir başka rivayete göre ise, İmâm Câfer-î Sâdık’a sahabeler hakkındaki düşünceleri sorulmuş, o da şu cevabı vermişti:

“Ebu Bekir; gerçekten onun kalbi rububiyet müşahedesi ile doluydu. Allah’la birlikte ondan başkasına şahit değildi (başka şeyleri görmüyordu). Bu yüzden onun sözlerinin çoğu ‘lâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ idi.

Ömer ise Allah’ın dünündeki (ondan başka) her şeyi Allah’ın azameti yanında çok küçük ve pek hakir görüyordu. Çünkü o, Allah’tan başkasına tazimi (saygıyı) tanımıyordu. İşte bu yüzden onun sözlerinin çoğu ‘Allahu ekber (Allah her şeyden büyüktür)’ idi.

Osman’a gelince o, Allah’ın mâdununda olanı (ondan başkasını) malûl (arızalı, hasta) görüyordu. Çünkü onun dönüş yeri fena/geçicilikti. Bu yüzden o da ancak tenzihi Allah’a mahsus görüyordu ve bu yüzden çoğu sözü ‘Subhânallah (Allah’ı noksanlardan tenzih ederim)’ şeklindeydi.

Ebu Talib oğlu Ali ise kâinatın ortaya çıkışını Allah’tan biliyor (en çok bunun üzerinde oluyor), kâinatın ayakta kalışını Allah ile görüyor kâinatın dönüşünün Allah’a olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden onun sözlerinin çoğu ‘Elhamdülillah’ (Bütün hamdler Allah’a mahsustur)’ şeklindeydi.”[5]

Bu rivayetin doğruluğunu ölçmek açısından yine İmam Câfer-î Sâdık’ın Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka” isimli kitabına başvurmamız lazımdır. Mezkûr kitaptaki “Ashabı Tanımak” bölümünde şu cümlelerle ashabın kıymeti izah edilmiştir: “Bil ki, Ulu ve Yüce Allah, Peygamberini seçerken onun ashabını da kerem sahibi bir tayfadan seçmiştir. Şeref ve iyilik uğruna sevdikleri ve sevmedikleri eşliğinde destek, zafer ve dürüstlük süsü ile yürüdüler ve Allah onlarla, elçisi Muhammed vasıtasıyla konuşup fazilet, menakıp ve kerametlerini dile getirdi.”[6]

Bu cümleler ışığında idrak ediyoruz ki, İmam Câfer-î Sâdık’ın dört halife hakkındaki müspet tavrı sadece rivayetlerin ışığında değil bizzat kendi eserinin eşliğinde de varlık kazanmaktadır. Böylece bu rivayetlere itimadımız artmaktadır.

İmam Câfer-î Sâdık’ın, ceddi Hz. Ali ile savaşan Hz. Aişe ve bittabi ceddi Hz. Fatıma hakkındaki fikirleri de olumlu bir seyirde ilerlemiştir. Şu cümleler ona isnat edilmektedir: “Aişe Peygamberin eşi ve cennette beraber olacağı kişidir. Fâtıma Peygamberin kızı ve cennet kadınlarının hanımefendisidir. Hz. Peygamberin hanımına dil uzatanlara Allah lanet etsin. Hz. Peygamberin kızına buğz edenlere de Allah lanet etsin!”[7]

İmam Câfer-î Sâdık’ın kaleme aldığı eserinde, sanki hem bu cümlelere hem de yukarıda Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve bütün bunlar dahilinde sahabeler hakkındaki sözlerine nazire yapar gibi şu ifadeleri mevcuttur: “Şüphesiz ki Ulu ve Yüce Allah mümin kardeşlerin hakkında gıybet ve kötü düşünceyi büyük günah saymıştır. Peki, hangi cüretle mutlak şekilde yalan söz ve inançlarla Peygamberin (hakiki)[8] sahabelerine bühtan edilebilir?”[9]

İmam Câfer-î Sâdık ile İmam Ebû Hanîfe arasında bazı ihtilaflar olmasına rağmen, sahabe konusunda ittifak hâlindedirler. İmam Ebû Hanîfe, “Fıkhu’l-Ekber” adlı eserinde, İmam Câfer-î Sâdık’ın bu meseledeki görüşlerine şöyle ortaklık yapar: “Biz hepsini sever ve veli/dost ediniriz, sevgi ve saygı duyarız. Biz, Rasulullah (s.a.v.)’in ashabından hangisi olursa olsun ancak hayırla anarız.”[10]

Ebû’l-Muîn en-Nesefî’nin ifadesiyle “hem usulde hem de füruda İmam Ebû Hanîfe’yi en iyi anlayan kişi”[11] olarak takdim edilen İmam Mâtürîdî’nin öncülük yaptığı Mâtürîdîyye mezhebindeki itikadî konuları açıklayan Nûreddin es-Sâbûnî, “Mâtürîdiyye Akaidi” şeklinde tercüme edilen eserinde, Mâtürîdîyye mezhebinin bu konudaki çizgilerini belli etmiştir: “Ashabın hiçbir ferdine dil uzatmamak, onları sadece hayırla yâdetmek, hal ve hareketlerini iyilik ve doğruluğa yormak her müslümanın girmesi gereken bir yoldur.”[12]



[1] Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sâdık”, Temel İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İSAM Yayınları, İstanbul 2020, Sayfa 538.
[2] Daha detaylı bilgi için bakınız: Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 137-141.
[3] Benim esas aldığım tercümede bu bölümün başlığı “Ashabtan (Peygamber ve Ehl-i Beyt’e Sadık Olanları) Tanımak” şeklinde verilmiştir. Kitabın tercümanına parantez içindeki eklemeyi kendisinin mi yapıp yapmadığını sorduğumda, bunu ekleyenin kendi olduğunu teyit etti.
[4] İmam Câfer-î Sâdık, Şeriatin Çerağı ve Hakikatin Anahtarı (Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka), Tercüme: Ali Orak, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 69-70.
[5] Taberi, Riyâz, Cilt: 1, Sayfa 36’dan nakleden: Murat Sarıcık, Hz. Ali İlk Üç Halife İle Kavgalı mıydı?, Nesil Yayınları, İstanbul 2012, Sayfa 302-303.
[6] İmam Câfer-î Sâdık, Şeriatin Çerağı ve Hakikatin Anahtarı (Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka), Tercüme: Ali Orak, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 69.
[7] Buhârî, Munâzâra, Sayfa 155’ten nakleden: Mehmet Atalan, Cafer-i Sadık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2017, Sayfa 141.
[8] Parantez içinde verilen ifade, yine tercümanın kendi eklemesidir.
[9] İmam Câfer-î Sâdık, Şeriatin Çerağı ve Hakikatin Anahtarı (Misbâhu’ş-şerîa ve Miftâhu’l-hakîka), Tercüme: Ali Orak, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 69.
[10] İmam Ebû Hanîfe, Fıkh-ı Ekber, Tercüme: Mustafa Kasadar, Ravza Yayınları, İstanbul 2015, Sayfa 60.
[11] Ebû’l-Muîn en-Nesefî, Kitâbu’t-Temhîd li Kavâidi’t-Tevhîd, Sayfa 156-157’den nakleden: Melikşah Sezen, İmam Mâturîdî: Hayatı – Eserleri ve İlmî Şahsiyeti, Şamil Yayınevi, İstanbul 2022, Sayfa 171.
[12] Nûreddin es-Sâbûnî, Mâtürîdiyye Akaidi, Tercüme: Bekir Topaloğlu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2018, Sayfa 119.


CAFERÎLERİN GÖRÜŞLERİNİN EVRİLMESİ

İmam Câfer-î Sâdık’ın vefatından asırlar sonra kaleme alınan Şia itikad kitaplarına baktığımızda, durumun değiştiğine şahit olmaktayız. Sahabe hakkındaki görüşlerin İmam Câfer-î Sâdık’ın dile getirdiğinin zıddı istikâmette şekillendiği göze çarpmaktadır. Misalen 10. asırda yaşamış İmamiyye kelâmcılarından Şeyh Sadûk’un “el-İtikâdât” eserinde çarpıcı ifadelere denk gelmekteyiz: “Dört puttan ve buna benzer diğer dördünden beraat (uzak olmayı) ifade etmenin vacip olduğuna inanıyoruz. Aynı şekilde onların taraftarları ve takipçilerinin de Allah’ın yaratıklarının en şerlileri olduğuna inanıyoruz.”[1]

Bu teşbihte -hâşâ- dört puttan kastedilen üç kişi kuvvetle muhtemel ilk üç halife olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’dır. Dördüncü kişi olarak kimin kastedildiğini anlayamamakla birlikte Hz. Ali ile savaştığı için Hz. Aişe yahut Hz. Muaviye kastediliyor olabilir. Burada yer verilen sahabeler hakkında ve onların yolunda gidenlerin hakkında “Allah’ın yaratıklarının en şerlileri” şeklinde bahsedilmesi, İmam Câfer-î Sâdık’ın görüşlerinden ne denli uzaklaşıldığının göstergesidir. Henüz İmam Câfer-î Sâdık’ın vefatından iki asır civarı bir süre geçmişken böyle ifadelerin varlığına rastlamaktayız. Şeyh Sadûk’un çağdaşı olan Şiîlerin önemsediği muhaddislerden Küleynî, Ebu Cafer kanalıyla “Üç kişinin dışında Rasulullah’tan sonra bütün Müslümanların dinden döndüklerini; o üç kişinin ise Mikdad, Ebu Zer ve Selman-ı Farisi olduğunu” rivayet eden bir hadise yer vermiştir.[2] Küleynî ve bu hadisle amel edenler, İmam Câfer-î Sâdık’ın dinlerine bağlılığıyla methettiği sahabeleri itham etmektedir. Bu da İmam Câfer-î Sâdık’ın itikadından nasıl uzaklaşıldığını gösteren bir başka delildir.

Aynı şekilde 17. asırda yaşamış Şiîlerin meşhur muhaddisi Meclisî de Hz. Ali ve diğer imamlarla savaşanlardan beraat etmek gerektiğini vurgular.[3] Oysa Hz. Ali ile savaşan kişilerin arasında sahabeler de bulunmaktadır, ki bunlar arasında İmam Câfer-î Sâdık’ın hayırla andığı Hz. Aişe de vardır. Hatta Meclisî daha da ileri giderek “Ebu Bekir, Ömer ve onlar gibilerinin küfrüne delalet eden ve onları lanetleyip onlardan teberri etmenin sevabı hususunda o kadar çok rivayet vardır ki, bu ciltte ve değişik ciltlere sığmaz” şeklinde ifadeler kullanmıştır.[4] 17. asırda yaşamış Meclisî’de de İmam Câfer-î Sâdık’ın düşüncesindeki sapmayı görmekteyiz.

Günümüze yakın bir zamanda yaşamış olan Humeynî ise “Keşfu’l-Esrar” kitabında, Şeyh Sadûk, Küleynî ve Meclisî’nin benimsediği görüşleri devam ettirmiştir. Üç halifeyi kastederek “bu gibi cahil, ahmak ve zorbaların imamet makamında olmaları ve ‘ulul-emir’ kapsamı içinde değerlendirilmeleri yakışık olmaz” gibi cümleler kullanarak, İmam Câfer-î Sâdık’ın “Ebû Bekir ve Ömer’i hayırla anmayanlarla benim bir alâkam olamaz” sözüne alaka meselesinde uyum sağlamıştır.


[1] Şeyh Sadûk, El-İ’tikâdât (İtikatler-İnançlar), Tercüme: Ali Orak, İmam Rıza Dergâhı Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 119.
[2] Küleynî, el-Kâfî, Cilt: 7, Sayfa 245’den nakleden: İsmail Kaya, Kendi Kaynaklarına Göre Şia ve Şiilik, Elvan Yayınları, İstanbul 2017, Sayfa 94.
[3] Muhammed Bâkır Meclisî, el-Akâid, Fatıma Ana Yayınları, Tercüme: Ali Orak, İstanbul 2021, Sayfa 41.
[4] Muhammed Bâkır Meclisî, Biharu’l-Envar, Cilt: 30, Sayfa 230’dan nakleden: İsmail Kaya, Kendi Kaynaklarına Göre Şia ve Şiilik, Elvan Yayınları, İstanbul 2017, Sayfa 97.



SONUÇ

Anlaşılan o ki, İmam Câfer-î Sâdık’ın sahabe hakkındaki görüşünün Caferîler arasında istikrar sağlayamaması, bunun yerine sonra gelen Şiî muhaddis yahut kelamcıların düşüncelerinin benimsenmesi ile bir bozulma meydana geldiği açıktır. Üstelik vefatından sonraki dönemlerde İmâm Câfer-î Sâdık’a da uydurma bazı ifadeler nispet edilmiş ve bozulmayla meydana gelen düşüncelere yeni bir kılıf aranmıştır.





Yorumlar

Popüler Yayınlar